Jannah Theme License is not validated, Go to the theme options page to validate the license, You need a single license for each domain name.
GenelGüncelHaberler

BAŞKASININ YAŞAMI İÇİN KARAR NASIL VERİLMELİ?

Hekim-hasta ilişkisinin temelinde güven yatmalıdır, şüphesiz ama düşünsenize, bir kapıdan giriyorsunuz, o güne kadar hiç karşılaşmadığınız birisi ile kendi veya canınız kadar sevdiğiniz bir yakınınızın durumunu konuşuyor, tartışıyorsunuz. Sonuçta öyle ya
da böyle sağlık sorununu o hekim ile çözmeye karar veriyorsunuz. Bu öyle bir karar ki, o
dakikaya kadar tanımadığınız belki birkaç gün öncesine kadar adını bilmediğiniz kişiye
bedeniniz üzerinde bundan sonraki yaşam kalitenizi, hatta yaşam sürenizi belirleyecek
birtakım kararlar alma ve uygulama yetkisini veriyorsunuz. Aynı zamanda biliyorsunuz
ki, bedenimiz üzerinde böylesi kararlar verebilen bu kişi, büyük olasılıkla örneğin
çocuğunun ne giyeceğine veya eşinin saçını ne renge boyayacağına karar veremiyordur.
Yıllarca hastaların hekimlerine nasıl böylesine güvenebildiklerine şaşırdım. Ama bir gün
geldi ve o gün ben de bir hasta olarak hiç tanımadığım bir hekim ile randevulaşarak
durumumu konuşmaya gittim.

Adını taş çatlasa bir hafta önce duymuş, resmini bile görmemiştim. Yarım saati biraz aşan bir konuşma yaptık, yaşamdan, kariyerimizden, çocuklarımızdan söz ettik.  Sonra daha önceden gönderdiğim tetkiklerim hakkında konuştuk. Bana durumumu anlattı
ve ertesi günü yapılacak işlemden söz etti. Ama öyle uzun uzadıya değil, hemen 3-5
dakika. Bilemediğim sebeplerle yanından inanılmaz bir huzur duyarak ayrıldım. Yolda
yürürken, “Bu adamın elinde ölünmez, gerekirse insanın ruhunu alır tekrar içine
sokar” diye düşündüğümü hatırlıyorum, nasıl güvenmişsem.

Bana böylesi ciddi bir işlemi yapacak kişi acaba beni bir insan mı, yoksa bir hasta mı olarak görmüştü? “Doktor-hasta” ilişkimiz mi olacaktı, “İnsan doktor-insan hasta” ilişkimiz mi? Bana kalp ileti yollarında bir sorun olan biri olarak mı bakmıştı, yoksa yaşama dair beklentileri, çabaları olan bir meslektaşı olarak mı? Aslında ben, kendi açımdan “İnsan
hasta” idim de o kendi açısından kendini ve beni nasıl görüyordu? Diğer taraftan, onun
beni nasıl gördüğü çok da önemli değildi belki. Tüm kalbimle ona inanıyor ve en
iyisini yapacağından şüphe duymuyordum. Böylesi bir teslimiyet duygusu ile masanın
bu tarafında olmanın değişik bir huzuru olduğunu düşünüyorum. Oysa ki, yaşamımın
uzun yılları masanın diğer tarafında geçti. Karar bir kez verilince artık onun ağırlığı ile
geçen günlere hazır olmak gerekir. Hekimlik yaptığım yıllar 30’u aşıncaya kadar ne kadar
“Doktor”, ne kadar “İnsan doktor” olabildiğimi düşünmemiştim. Elbette siyah-beyaz bir
durumu konuşmuyoruz. Ama karar verilirken duygular ne oranda işin içinde olmalı? Kimse
“Hiç olmasın” demeyeceğine göre, oluyorsa ne kadar olmalı? Bizi aklımız mı daha iyi
yönlendirecek, duygularımız mı? Şüphesiz ki, birkaç sayfa yazı ile cevap bulabileceğimiz bir
soru değil bu.

Annem beyin kanaması geçirmişti. İncelemeler bu kanamanın oldukça ender görülen bir
çeşit kanama olduğunu göstermişti. Şimdi herkesin adını çok iyi bildiği, o yıllarda
sadece bizim bildiğimiz bir beyin cerrahı arkadaşımın desteği ile annem bu konuda
uzman bir ekip tarafından takip ediliyordu. Ama benim arkadaşımla hukukum o yıllar
için dahi 20 yıldan fazlaydı. Beraber okuduk, beraberce gençlik yıllarımızdan orta yaşlı
yıllarımıza yolculuk yaptık. Arkadaşım bir sabah kanamanın biraz arttığını daha da
artarsa cerrahi girişim gerekebileceğini söyledi. Ardından da hemen ekledi “Böyle durumlarda yapılan cerrahi girişim çok riskli olabilir”. Sözünü bitirmesini beklemedim bile: “Annem yukarıda yatıyor, neyi gerekli görüyorsan onu yap”. “Sonuç ne olursa olsun. Bir hastan için nasıl karar veriyorsan annem için de öyle karar ver”. Evine girip çıktığın, yemeğini yediğin, oğlu ile arkadaşlık ettiğin bir kişi değil, sıradan acil poliklinikte gördüğün bir hasta için karar verir gibi karar vermesini istedim. Üzerinde hiçbir türlü duygusal baskı olmadan. Aynen kırsal kesimden gelen bazı hasta yakınlarının “Sen bilirsin doktor bey” demesi gibi. Demek ki, benim açımdan okul ve ihtisas yılları,  sonrasında yıllarca hekim olarak çalışmak hiçbir fark yaratmamış. Gülmeli mi, ağlamalı mı?

Görülüyor ki, annem için kararı bir bilene bıraktım ve verilecek kararla ilgili hiçbir  duygusal yük yüklenmedim. Arkadaşımın da böylesi bir yük yüklenmeden sadece aklıyla bir  karar vermesi için ona destek oldum. Tabii ki, bu  olayları aradan 20 yıla yakın bir süre geçtikten
sonra düşündüğümde vardığım yargılar bunlar. Olaylar akarken nasıl davrandığımın hiç farkında değildim. Doğal olarak o günlerden yaklaşık 10 yıl kadar önce benzer bir kararı babam için vermek durumunda kaldığımda da karar sürecimin bilincinde değildim.
Maalesef babamın yaşamın kıyısına geldiği günler anneminkinden daha farklı oldu. Uzun
yıllar fiziksel açıdan büyük zorluklarla sürüp giden hastalığı, babamı bir gün hastaneye
yatırmamız gereken güne kadar geldi. Bir  akşam saatinde “Oğlum beni hastaneye götür”
dediğinde işin ciddiyetini anlamadığımı kabul  etmeliyim. Ertesi gün birçok tetkik ve muayene  yapıldı. Birkaç gün hastanede kalmamızın daha iyi olacağına karar verildi. O dönemde  hastanelerde refakatçi kalmaya çok alışıktım.  Birkaç gün hastanede kalmak elbette bir sorun değildi. O gün akşamüstü saatlerinde odada babamla baş başa kaldık. Sıradan bir sohbet, babamın bana bundan sonraki yaşamımda  nelere dikkat etmem gerektiğine, annem  ve kız kardeşim ile ilgili benden istediklerini sıralamaya dönüştü. Konu uzadıkça ben gerilmeye başladım. Çünkü sıradan bir sohbet yavaş yavaş bir veda  konuşmasına dönmeye  başlamıştı. “Bunları niye konuşuyoruz baba?”  diye sordum. “Oğlum, yeter artık, beni bırak, ben öleyim” dedi. Çileden çıktım bir anda “Bunu
nasıl söylersin baba, bak uğraşıyoruz, düzelecek her şey, gerekenler yapılacak ve eve döneceğiz” dedim. Benim böyle sert tepki göstermeme “Pekiyi, sen bilirsin” dedi. Sustuk.

Bazen sonlar ne kadar sıradan gelişiyor yaşarken, hiç anlamıyor insan. “Sustuk” diye
yazdığım o anın nasıl bir sonsuz susmak olduğunu bilebilmeye imkân var mıydı?
Konuşurken susmak kadar basit bir susmak. Sonraki dakikalarda babamın bilinci tekrar
kapandı. O günlerde buna çok alışıktık. Bilinç bir gelip bir gidiyordu. Daha nasıl olsa bu
konuya devam edecektik ve ben bu sözüne ne kadar üzüldüğümü babama söyleyecektim.
Ama saatler içinde işler kötüleştikçe kötüleşti. Sonra maalesef daha da kötüleşti. Ve gece
01.00 sularında babamın kalbi düzensiz atmaya başladı. Hemen müdahale için tüm ekip, gerekli ekipman ve ilaçlar hazır hale geldi. Annem ve kız kardeşim biraz geride, ben babamın yatağının ayakucunda duruyordum. Ardından nabız ağı ağır yavaşlamaya başladı. Nabız biraz daha yavaşlayınca tüm ekip hareket  geçti. “Dokunmayın” dedim. Hepsi döndü
ve bana baktı. Ne yapmaları gerektiğine karar veremediler ilk anda. “Sakın kimse dokunmasın” diye tekrar ettim. Cılız birkaç itiraz geldi ekipten. “Hayır, kesinlikle kimse
dokunmasın”. Herkes durdu, hep birlikte monitöre bakmaya başladık. Nabız azalmaya
devam etti, devam etti ve sonunda tek tük birkaç düzensiz atımdan sonra babamın kalbi
durdu. “Bu kadarmış” dedim annem ile kız kardeşime. İkisi de ağlıyordu. Babamı bazen
rüyalarıma giren kokusu ile son kez öptüm. Tüm aile ona veda ettik ve arabaya binip eve
döndük.

Hekimler her gün birçok hasta için çeşitli kararlar veriyorlar. Birçoğu rutin, standart
kararlar. Ama bazıları zor ve karar veren için de zorlayıcı olmakta. Bu tip kararlar tartışılırken birçok kez hasta yakınları “Sizin yakınınız olsa…”, “Sizin anneniz, babanız olsa…”
diye söze başladıklarında onlara ne demem gerektiğini bilemiyorum. Yakınlarım için iki kez
kritik anlarda karar verdim. Bildiğim tek şey bir daha böyle bir durumunda karar vermek
zorunda olmak istemediğimdir.

 

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu